Bilmemenin konforsuz hafifliği…

Her şeyi bir gözle görülür, elle tutulur zemine oturtma çabamız var öyle değil mi? Rasyonalize etmeden duramıyor zihnimiz. Bilmeden, belirsizlik halinde, teslimiyet içinde duramıyoruz. Her şey çerçevelenmeli, açıklanmalı, başı sonu, ortası bilinir olmalı. 

Öylece yolda olmaktansa, bildiğini yapıp bilmediğini bırakmaktansa, illa koordinatlarımıza ve bir sonrakine kesin ve değişmez kazıklar çakma gereği duyuyoruz. Bu zihnimizin görevi. Bu görevin, ruh sağlığımızı koruma stratejisi, hayatta kalma, ilerleme başta olmak üzere bir çok katkısı da var bizlere. Bunu sorgulamıyorum, hatta iyi ki var ve ayaklarımız yere basıyor diyorum. Neticede üç boyutlu bir dünyadayız. Bunun bir dengesi olmadığında, bunun ucunu deneyimlediğimizde olanlara arada bakmalı mı demek istiyorum sadece. Her faydalı parçamızın karanlık tarafına kapılmadan, arada uyanık olmaktan bahsediyorum. Kimseye akıl vermiyor, hep yapıyorum diye iddia etmiyor, en çok da kendime bahsediyorum bu arada…

Bilemediğimizde ve bize uygun bir zemine oturtamadığımızda, cevapları kestiremediğimizde, netleştiremediğimizde, belirsizlikte aslında bize ne oluyor? Korona, x bir durum veya sadece bizimle ilgili olanlarda… Konuyu Korona’ya falan bağlamak istemiyorum, bu sadece, bu ara güncel ve çok canlı bir yansıması. Konu hep bizimle ve alışkanlıklarımızla ilgili. Hakim olma, gücü, kontrolü tuttuğunu sanma alışkanlığı ve yorucu çabası…İrademizin sınırları olduğunu bilmiyoruz, iradeyle külliyen kontrolü karıştırabiliyoruz Şimdilerde Korona, yarın başkası… Şöyleymiş, böyleymiş, komploymuş, değilmiş, şöylesi doğru imiş, şöylesi değilmiş, yarın şöyle olacakmış, bu kesinmiş, hayır efendim o saçma imiş de bu mantıklı imiş, miş miş miş… Ortak nokta hep “Ben doğrusunu anladım, çözdüm, biliyorum, her şey kontrolüm altında” Sen farklı düşündüğünde seni ikna etme çabası, bir ileri gidip tetiklenmesi ve sinirlenmesi, en ileri ve ilkel seviyede kavgaya tutuşması da aslen seninle derdinden değil, kendi kumdan kalesi yıkılmasın diye. Kuzum bu bilme hali değil mi bizi bu günlere getiren, birbirimize düşüren, birbirimizi suçlatan, kendimize bakmaktan uzaklaştıran… Dünyada varolduğu söylenen karanlık güçleri, komplo teorilerini bilemem, kafamı da yormam da esas bu değil mi boğulduğumuz karanlık. Kendi karanlığımız… Biz böyle iken, başka karanlık bir gücün çabasına gerek mi var dünyayı birbirine düşürmek ve kontrol etmek için… Kontrol, karanlık, çaba esas nerede?

Hiç düşündünüz mü? Şöyle demek nasıl geliyor mesela bir belirsizlikte veya tanımsız kalma durumunda: “Bilmiyorum nasıl olacak, iyi de olabilir, kötü de ve ben şu an, tam da bu belirsizliğin çölünde çırılçıplak durmak durumundayım. İşte böyle de aciz ve küçük olduğum yerler var, zira hayat benden bayağı büyük, ben küçücüğüm” Bunu değil söylemek, bazı hallerimizde (Şu ara o halde isek mesela. Hepimiz düşüyoruz ve kalkıyoruz) okumak bile sinir bozucu değil mi? Beden sıkışabilir, hatta sinirlenebilirsiniz bazınız bana okurken. Kızmayın, bazen kafaları karıştırmak iyidir. Nereden biliyorsun altının üstünden iyi olmayacağını demiş ya Şems alt üst olur diye korkma diye… Sonra beti arttıranlar oldu: Hangi iyi hangi kötü, ne iyi ne kötü? Bunlar sadece bizim egomuzun ihtiyaç olarak belirledikleri… Koskoca devran dönüyor ve o okyanus bizim bildiğimiz damla, biz kontrol bizde sandıkça savrulan yaprak, o koskoca doğa… İster uyum sağla, ister küçük bir çocuk gibi tepinerek ağla…

Nasıl bitirilir bu cümleler diye düşünürken “Bitirme” dedi içimdeki ses, “Sen de dur orada ve tekrar et, et ki unutma” : “Bilmiyorum. Neyin daha iyi neyin kötü olduğunu bilmiyorum. Çok büyük ve bir o kadar küçüğüm hayat karşısında ve bu sonsuza kadar böyle… Ne gelirse hayrımadır. ” İyi ki… Sevgiyle…

Başak Bilgen Camgöz

Bir cevap yazın